Bilgiyi para karşılığı satmak bilgiyi ancak değersizleştirir

Bilim insanları,  dünyada ki mevcut nesnelerin nasıl var olduğunu, nasıl yaşadığını anlamak isteyen, fiziksel dünyanın çeşitli yönlerini araştıran ve inceleyen kişilerdir. Merak duyguları yoğun, soru sorma, araştırma istekleri güçlü, cevaplarla tatmin olmama duyguları etkindir. Bu özellikleri nedeniyle bilim insanlığı bir meslek değil, yaşam biçimidir. Her bilim insanı yeni keşifler yapabilmek ve gerçeğe dayalı bilgiye ulaşabilmek için zor ve katı kurallar dizisi olan “bilimsel yöntemi” izlemek zorundadır.  Tek ve zorunlu bir gerçek vardır ki, bilim insanlığı faaliyetini yürütebilmek ve bilimsel araştırmanın, yurt dışı eğitim çalışmalarının masrafları karşılayabilmek için akademik bir kaynağa ihtiyaç vardır. Bizim gibi ülkelerde ise üniversiteler ve araştırma kuruluşlarının yapacağı bilimsel çalışmaların kaynağının büyük bir bölümü halktan toplanan vergilerdir.

Devasa bir alan olarak tarım’ın da bir bilimi vardır. Toprak, su ve havanın ekolojisi, bitkilerin ve hayvanların biyolojisi bilimin konusudur. Tarım öylesine geniş bir alandır ki,  insanlığın gıdaya olan ihtiyacını karşılamak için gerekli olan gübrelemenin kimyası, yetiştirilecek hayvanın refahı, tarımın ekonomisi, kırsalın sosyolojisi de tarım biliminin kapsama alanı içerisindedir.

Devlet; insanlığın gıdaya olan ihtiyacını karşılamak ve üreticinin doğru ve sağlıklı üretim yapmasını sağlamak amacıyla akademik birimler, araştırma kuruluşlarını ve iktisadi işletmeler oluşturmuş, bu alanlarda görev almak isteyen bilim insanlarına bu birimlerde görevler vermiş, onların yurt dışı eğitime ihtiyaçları varsa, bu eğitim için gerekli tüm finansal giderleri üstlenmiştir.  

Bu birimler, hem tarım sektöründe faaliyet gösterecek bilim insanlarını, hem de sahada hizmet üretecek hizmet elemanlarını yetiştirmek gibi bir görevin yanında, tarım gibi sonsuz gelişmeye açık bir alanda, her yeni gelişmeyi  takip edebilecekleri, dünyada var olan bilimsel gelişmeye entegre olabilecekleri, yeni keşifler yapabilecekleri laboratuvar ve altyapı üniteleri ile donatılmışlardır. Kamusal kaynaklar kullanarak elde ettikleri her bilgiyi ve gelişmeyi ise tarımsal üretici ve gıda sektöründe katma değer yaratıcıları ile paylaşmak gibi bir görevleri vardır.

Bilim insanları, bu kaynaklardan ve alt yapıdan yararlanarak elde ettikleri bilginin sonuçlarını; bilimsel dergilere yazdıkları makalelerle, kitaplarla veya kongrelere giderek yaptıkları sunumlarla ya da  diğer sosyal medya paylaşımları aracılığıyla ihtiyaç sahipleri ile paylaşırlar.

Galiba son yıllarda bilimsel projeler için yeterince kaynak aktarılmıyor olacak ki; devlet ile bilim insanları ve akademik kuruluşlar arasında oluşan gizli bir anlaşma ile kaynak aktarma işi, bilginin kazanç’a dönüştürmesi işi haline gelmiş. Üniversitelerde kamu kaynakları ile üretilen bilgi, ya üniversitenin döner sermaye kaynakları arasında yer almış, fiyatlandırılmış ya da adeta ticari bir metaya ve kazanç sağlama aracına dönüştürülmüş. Bilim insanının kamudan aldığı maaşa ek olarak, bir televizyon kanalına çıkmasına ve konuşması karşılığı para almasına, bir kongrede yaptığı sunum için ücret talep etmesine göz yumulmuş. İşini geliştirmek için bilim insanına ihtiyaç duyan sanayiciye ücret karşılığı danışmanlık yapmasına, bilginin para karşılığı satılmasına  izin verilmiş. Oysa bilinen bir gerçek var ki, bilim, kâr amaçlı yapılmaz; yapılırsa, ortaya çıkan şey bilim olmaz.

Bu satırların yazarı bir avukat olarak ifade etmem gerekir ki, hiyerarşik normlar sistemi içerisinde yer alan Yargıtay’ın bile, oluşturduğu Yargıtay Kararlarını para ile satmak, kurum’u ya da kamudan maaş alan hakimleri gelire kavuşturmak gibi çabası hep olmuş. Yerel mahkemelerde oluşan ihtilaflardan doğan “kararlar” ticari bir meta gibi değer kazanmış. Ticari değerini artırmak amacıyla Yargıtay Kararlarına erişim yolu kapatılmış, hatta bazen belli kararlar daire başkanının emeklilikte yazacağı kitap’a konu olması için sadece onun kullanımına terk edilmiş.

“Tabiat gibi eşsiz ana, altını ve gümüşü yararsız, boş nesneler olarak çok derinlere gömmüş, oysa havayı, suyu, toprağı, iyi ve gerçekten yararlı olan her şeyi gözler önüne sermiştir.” Bilginin kıymetli taş gibi, toprağın derinlerine gömülmesi ve bilim adamlarının lütfu ile bir bedel karşılığında, parasını ödeyen için gün yüzüne çıkarılmasına izin verilmesi bilgiyi ancak değersizleştirir. Vergisini ödediği halde parasını ödeyemeyene ise bilginin yasaklanması anlamına gelir.

Bilim insanlığı zor iştir. Bilime adanmış bir yaşam günün her saatin de, her anında yapraklarını açmış, balını akıtmış çiçekleri arar bulur ve nektarını damıtır. Sonucunda özümsediğini bilimsel yapıt olarak topluma sunar. Ürettiği ürün ağaç kovuğundaki bal gibidir. Bedeli ise bedavadır. Öyle de olması gerekir; para için, değişim değeri olarak, yahut başka deyişle ‘satmak için’ bilim yapılmaz. Yapılırsa, sırrını saklayan meslek ustasından farkı kalmaz.

Bir gerçek var ki, bu ve benzer saiklerle üretici çiftçi bilgiye ulaşamıyor. İhtiyaç duyduğu anda, tarım alanında faaliyet yürüten bilim adamından yada araştırma kuruluşlarından destek alamıyor. Çiftçi ile bilim insanları ve araştırma kuruluşları arasında gönül bağı kurulamıyor.  Kapitalist sistemin istilacıları tarafından araştırma kuruluşunun arsasına, binalarına göz dikildiğinde ise çiftçi kendisi için hizmet üretmesi gereken kurumlara sahip çıkmıyor. 

Daha önceki yazılarımızda, tarımsal araştırma kuruluşlarının özerk bir yapıya ve çiftçinin de dahil olacağı bir sistem içerisinde gelire kavuşturulması gerektiğini ifade etmiş, tıpkı baroların halen uygulamakta olduğu baro pulu uygulamasına benzer bir sistem ile bilim insanlarının kamu kaynakları dışında bir gelire kavuşturulması mümkün olabileceğini belirtmiştik.

“Bilgiyi para karşılığı satmak bilgiyi ancak değersizleştirir” üzerine bir yorum

  1. Bilginin parayla satılması husunda çok hak veriyorum. Ben bir doktorum ve çiftçiyim. Mail attığım öğretim üyelerinden bir kişi cevap yazdı bugüne kadar.

    Yanıtla

Yorum yapın

+ 36 = 43