Galiba asıl mesele belediyelerin mesenlik merakından kaynaklanıyor

“Mesen” sözcüğü M.Ö.70-M.Ö.8 yılları arasında yaşamış Roma İmparatoru Augustus’un danışmanı ve yakın dostu olan Gaius Clinius Maecenas’ın isminden gelir. Maecenas yaşam boyu bilim ve sanatın koruyuculuğunu üstlendiği için, sonraki yıllarda da benzer faaliyetleri üstlenenlere “mesen” denilmiştir.

Maecenas; Roma İmparatoru Augustus’un hem özel danışmanı, hem de yakın dostudur. İmparator’un kültür işlerini yönetmekle görevlendirilmiştir. Yetenekli ve gelecek vaad eden sanatçıları bulmak ve onlara maddi imkanlar sunarak daha çok eser vermelerini sağlamakla görevlendirilir. Maddi imkansızlık içerisinde çırpınan sanatçılara sağlanan bu imkanlarla, çok görkemli eserler ortaya çıkmıştır.

Fakat sistem her zaman mesenlerin yetenekli ve gelecek vaad eden sanatçılara maddi destek vermesi ve onların değerli eserler ortaya koyması şeklinde işlemez. Bir süre sonra mesenlerin lüks, ihtişam ve şöhret tutkusu ön plana geçer; pek çok yetenekli sanatçıya “mesen’in isteklerini yerine getiren, iş ısmarlanan yetenekli usta” muamelesi yapılır. Ortaya çıkan eserin şöhreti ve geliri de, sanatçının olmaktan çok mesen’in olur.

Günümüzde de mesenlik faaliyeti farklı görüntüler altında devam ediyor. Zenginliğe ulaşmanın sonrasında, büyük servet sahiplerinde; bizim dünyamız sadece “rant ve para” değildir, biz de sorumluluk sahibiyiz mesajını verme ihtiyacı doğar. Toplumdaki “görgüsüzce para harcayanlar” imajını düzeltmek için, beş yıldızlı otellerin lüks yemek salonlarında, doğrudan reklam harcaması yapmadan, el altından bir kısım TV kanallarına para vermek ve daha çok kendilerinin tanıtımlarını yaptırmak şeklinde değişik adlar altında sosyal sorumluluk projelerinde yer aldıkları duygusunu yaratırlar ve bu projelere küçük küçük para aktarırlar. İşte bu faaliyet de bir çeşit mesenlik faaliyetidir.

Mesenlik, bağışçılık ya da sponsorluk birbirlerine yakın kavramlar gibi görünse de; aslında hitap ettikleri kesim ve maddi destekten yararlananların niteliği itibariyle birbirlerinden farklı kavramlardır. Bu yazının konusu ise bir süredir yardıma muhtaçmış gibi görünen, aslında işinin uzmanı çiftçiler ile onlara yardım yaptığı iddiasında olan-aslında mesenlik yapan sosyal belediyeciliktir.

Şu bilinmelidir ki, dünyanın en eski mesleklerinden birisi çiftçiliktir. Çiftçiler insanlığın beslenme ihtiyacını karşılamak gibi dünyanın en saygın ve onurlu işini, milyonlarca yılın tecrübesi ve titizliği ile sanatsal bir olgunlukla yapıyorlar. Bu nedenle ortaçağın mesenlik müessesinde olduğu gibi, yaşadığı maddi zorluklar nedeniyle işini yapmakta zorlanan çiftçiyi sanatçı ile özdeşleştirmekte hiç bir sakınca görmedik.

Sosyal belediyecilik yaptığını iddia eden belediyelerin çiftçiye destek anlamında yaptıkları fidan dağıtmak, satamadıkları ürünleri satın alarak ihtiyaç sahiplerine dağıtmak gibi hizmetler, şüphesiz ki, saygıdeğer girişimlerdir. Ancak; çiftçiye nergiz soğanı, avokado fidanı dağıtmak, 1,5 milyon tonluk limon üretim kapasitesi içerisinde sadece 220 Ton limonu alıp ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak, iyiniyetli bir girişim olsa bile ancak mesenlik faaliyeti olur. Hiçbir sorunu çözmeyeceği gibi, hiçbir yaraya da merhem olmaz.

Hiç kuşku yok ki, ülkemiz; içerisinde bulunduğu coğrafi konum, üç tarafının denizlerle çevrili olması, kıyılara paralel dağ yapısı, bu dağlardan çıkıp kıyılara ulaşan nehirlerin sahillerde yarattığı alüvyonlu topraklar, ovalar, her sekideki yükseltiler ve çok farklı iklim yapısı, florasındaki sayısız bitki çeşidi nedeniyle olağanüstü bir tarım bölgesidir. Dünyanın en güçlü pazarlarına yakındır. Asıl zenginliği ise büyük bir üretme isteğine, yeteneğe ve tecrübesine sahip olan çiftçisidir.

Tüm bu üstün özelliklere rağmen tarım sektörü ve çiftçiler sürekli kan kaybediyor. Sektörde ciddi yapısal sorunlar var. Bu sorunlar, iyi niyetli de olsa basit ve palyatif tedbirlerle çözülemiyor. Sorunlara çözüm bulma, plan yapma, ürün stratejisi oluşturma, çiftçiye moral ve motivasyon sağlayacak destekleri verme, bilimsel alt yapı sağlama gibi görevler merkezi idareye ait olmakla birlikte; yerel yönetimlere düşen ciddi görevler de bulunmaktadır.

Nedir bunlar?

Bir kere kırsal yaşanır olmaktan çıkmış. Gençleri kırsalda tutmak için gerekli tek bir sosyal proje hayata geçirilememiş. Tarım ve hayvancılık alan karmaşası yaşıyor. Çok ve çeşitli ürün üretmekten ve sürekli söküp dikmekten yorulmuşlar. Özgün ürün planlaması yapılmamış. Kentli saldırısına karşı korunaksızlar. Mevcut pazarlama sisteminden rahatsızlar. Yerel yönetim hizmetleri almak ve belediyelere ulaşmakla ilgili önemli sorunları var. Yerel yönetimler, kırsalı kalkındırmanın ülkeyi kalkındırmak olduğunu hala anlayabilmiş değil.

Planlı tek bir köyümüz yok. Köylerde bulunması gereken köy meydanı, köy kahvesi, özgün ürün satış yerleri, spor alanları gibi sosyal donatı alanları oluşturulamamış. Peyzaj çalışması yapılamamış. Korunan tek bir tarihi doku bulunmuyor. Turizm potansiyeli değerlendirilememiş. Kısacası köyler cazibe alanları haline getirilememiş, şimdilik nergiz soğanı dağıtarak kırsalın sorunlarının çözüleceğini umuyoruz.

Aslında kurumlar hem bir şeyler yapıyormuş gibi yapıyor. Şehir bilboardlarında “yapılıyormuş gibi” yapılanlar paylaşılıyor. Yapılanlardan çok daha fazlası için reklam harcaması yapılıyor. Herkes bir şeyler yaptığını söylüyor.

Galiba bu ülkenin asıl sorunu mesenlik ve mesenlerin himayesine aldıklarından çok daha fazla kendi reklamını yapması.

“Galiba asıl mesele belediyelerin mesenlik merakından kaynaklanıyor” üzerine 2 yorum

  1. Anlatılan bu sebeblerden dolayı üretimde bir Hollanda’ya ulaşamıyoruz.
    Köylü nüfusumuz yüzde 10larda.
    İnşallah yapılan hatalardan ders alınıp Ülke yararına yeni projeler uygulamaya konulur.

    Yanıtla

Yorum yapın

5 + 4 =