İlaç kalıntı kriterleri ile ilgili düzenlemelerimiz havalı, cafcaflı ama ülke gerçekleri ile bağdaşmıyor

İnsanın beslenmeye olan ihtiyacı ve gıda’nın yaşamsal önemi nedeniyle tarım; ilk insanın varoluşundan bugüne kadar sürdürülen en önemli faaliyet türü olarak bilinmiş. Nüfusun artması, sanayi ve teknolojideki gelişmeler ile birleşince tarım büyük bir ivme kazanmış, üretim artmış, sofralar zenginleşmiş.

Bilinen bir şey var ki; tohumun toprağa düşmesi ile üretilen ürünün tüketici ile buluşmasına kadar geçen süreçte tarımsal faaliyet hem çevresel koşullardan önemli ölçüde etkileniyor, hem de çevreyi etkiliyor.  Gıdaya olan ihtiyaç ne kadar yaşamsalsa, gıdayı üretirken insan sağlığına ve çevreye verilen zarar da bir o kadar önemli. Nihayet 1930’lu yıllarda başlayan ilaçlı mücadele yöntemleri ve gübrelemenin olumsuz etkileri havada, suda, toprakta ve başta insan olmak üzere diğer canlılar üzerinde görülmeye başlanmış. Önemli çevre ve sağlık sorunlarının ortaya çıkmasına sebep olmuş.

Çiftçinin üretim aşamasından, hasat’a, taşımaya, ambalajdan depolamaya kadar giden her aşamada kendisine sürekli zarar veren, istenmeyen ortakları var ve bu ortakların her geçen gün sayıları çoğalıyor ve güçleniyorlar. Pestisit dediğimiz böcekler, yabancı otlar, mikro organizmalar ve diğer çok sayıda zararlılarla mücadele etmek ve bunların zararlarını önlemek için çiftçinin çeşitli kimyasal ve sentetik madde ve maddeler karışımlarını kullanmaktan başka çaresi  yok. Kullanmadığı taktirde  üründe kayıplar ve kalite bozulması oluyor ki, buna bağlı sebeplerle kısa vade de çiftçinin ne ürününden, ne de  tarım ilaçtan vazgeçmesi mümkün görünüyor.

Geçmiş yazılarımızda da söz etmiştik. Söylenenlerin aksine, her türlü soruna rağmen ülkemizde tarım sektörü gelişiyor. Dünyadaki gelişmeler yakından takip ediliyor ve gıda sağlığı ile ilgili dünya kriterlerine uyum sağlamak için gübreleme ve ilaçlama yöntemleri iyileştiriliyor. Yine tespitimiz o ki; özellikle bölgemizde narenciye üretiminin genellikle kültür düzeyi yüksek ve bilinçli bir kesim tarafından sürdürülmesi gibi nedenlerle, en azında bu sektörde bir yandan dünya standartlarında kaliteli üretim için çaba gösterilirken, diğer yandan tarım ilaçlarından kaynaklanan kalıntı sorununu azaltmanın yol ve yöntemleri araştırılıyor.

Son yıllarda yapılan çok sayıda araştırma meyve, sebze ve tahıllardaki ilaç kalıntılarının beslenme yoluyla doğrudan sağlığımızı etkilediğini; toprak, su ve havayı da kirleterek solucanları, arıları, balıkları, kelebekleri, kuşları da hasta ederek öldürdüğünü ortaya koydu. Artık tarım ilaçlarının sağlık, çevre ve gıdanın sürdürülebilirliği, dolayısıyla gıda güvenliği ile doğrudan ilgili olduğu biliniyor.

Türkiye 1950’li yıllardan itibaren artan oranda tarımsal ilaç ve gübre kullanmaya başlamış, 2016’lı yıllarda ise, tüketicinin yüksek seviyede korunmasını sağlamak üzere bitkisel ve hayvansal orijinli gıdalarda pestisit kalıntılarının maksimum limitlerine ilişkin uygulama usul ve esaslarını belirleyen Türk Gıda Kodeksi Pestisitlerinin Maksimum Kalıntı Yönetmeliği yayımlanmış ve   kalıntı tespiti ile  ilgili etkin düzenlemelerini yapmış. Ama tabiri caizse, “vurunca öldürmüş.”  Bu konu ile ilgili düzenlemeler, AB kriterlerinden çok daha sert, uygulanabilirliği çok daha zor ve ülke gerçeklerine uyum sağlamıyor. Son yıllarda AB’ne ihracatı yapılan tarım ürünlerinde AB kriterlerine göre kabul edilebilir ölçüde uygunluk taşıyan ürünlerin dahi Türkiye kriterlerine uygun olmadığı gerekçesi ile iade edildiği gözleniyor. Türkiye mevcut hali ile dünyada olmayan kriterleri uyguluyor ve bu kriterler bizim ihracatçıyı kendi silahımızla vurmamız anlamına geliyor. Ayrıca Tarım Bakanlığı’nın açıkladığı kriterler üretim tiplerine uyum göstermiyor. Narenciye için belirlediği kriter ile tarla ziraat ürünü için belirlediği kriter arasında uyum yok. Bu nedenle, uygun olmayan kriterlerle yapılan mücadelede sonuca ulaşmak mümkün olmuyor.

İçinde bulunduğumuz coğrafi konum, bir yandan Avrupa Birliği ülkeleri, hemen kuzeyimizde Rusya ve diğer kuzey ülkeleri,  güneyimizde ise Orta Doğu ülkeleri ile bizi komşu yapmış. Dünyanın en yüksek gelir grubuna, en yüksek nüfus yoğunluğuna sahip bu ülkelerle olan yakınlığımız bizim avantajlarımız.

Tüm bu avantajlarımıza rağmen, son yıllarda hitap ettiğimiz dış pazarlardaki marketçilik sistemlerinin müşteri kitlesine  ilaç kalıntısı bulunmayan ürün tedarik etme çabasında olması nedeniyle, ürün satışında zorlandığımız da bir gerçek.

Avrupa Birliği pazarı doğru tarım politikaları ile hareket ediyor. Kriterleri akılcı ve uygulanabilir.  Kontrol mekanizmaları gelişmiş. Mevcut pazar yapısı ve marketçilik sistemi, insan sağlığına duyarlı. Bu nedenle, kalıntı sorununu çözemediğimiz taktirde bu pazarı zorlamamız hiç kolay olmayacak.

Avrupa Birliği pazarı dışında Rusya ve Ortadoğu pazarımız var. Bunların kalıntı ilaç kriterleri çok sert değil. Ancak bu pazarlar bizler için son derece riskli pazarlar. Son olarak Suudi Arabistan’ın Türkiye’den satın aldığı Tarım ve Hayvancılık ürünlerini yasaklaması ve Rusya’nın pandemiyi bahane ederek uçak seferlerini durdurması, bu pazarlar için  gelecek günlerin karanlık olduğunu gösteriyor.

Ülkemizin bulunduğu coğrafi konumun dezavantajları da var. Çiftçi İspanya, Güney Afrika ve Arjantin gibi ülkelerde görünmeyen türden zararlılarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Özellikle yetişme ve hasata yakın dönemlerindeki sıcak ve aşırı nem, en güçlü olduğumuz narenciye gibi bir üründe unlu bit, pas böcüsü ve kırmızı örümcek zararlılarının hızlı bir şekilde çoğalmasına ve ilaçlara karşı direnç kazanmasına sebep oluyor. Hasat’a yakın dönemlerde bu zararlıların ortaya çıkması halinde çiftçi, kalıntı bırakacağını bilmesine rağmen, bu zararlılarla mücadele edebilmek için ilaç kullanmak zorunda kalıyor.

Tarım Bakanlığı’nın tarım ilaç kullanımı, etkin madde ve kalıntı ile ilgili geçmişte oluşturulan katı kriterlerden Türkiye’nin ve uygulayıcıların bu konuya çok duyarlı olduğu gibi bir sonuç çıkartılmamalıdır. Eğer ihracat olmasa, özellikle AB ülkelerinin sınırlarından geçen ürünlerdeki analiz sonuçlarının olumsuzluklarını ülke adı vererek ve hızlı alarm sistemleri ile duyurmasa, bu konu umurumuzda bile olmayacak.

İhracat etkisi ile son yıllarda birçok ihracat merkezinde Analiz Laboratuarlarının kurulduğunu ve ihracata dönük ürünlerde çalışmalar yaptığını biliyoruz. Ancak bu laboratuarlarda yapılan çalışmaların sonuçları hiçbir zaman açıklanmadığı gibi, AB kriterlerine uygun olmayan ölçüde ilaç kalıntısı bulunan ilaçların iç pazarlarda satışına göz yumulması bu umursamazlığın bir sonucudur.

Peki neler yapılmalıdır?

Tarımın düzenleyicileri, gıda ürünlerindeki ilaç kalıntı kriterleri ile ilgili havalı, cafcaflı ama bir o kadar da ülke gerçekleri ile uygun olmayan düzenlemeleri acilen değiştirmeli ve AB’nin akılcı ve uygulanabilir normlarına uygun hale getirmelidir.

Tarımda kullanılan ilaçlar ülkemizin coğrafi ve iklim koşullarına uygun içerikte üretilmeli, etkileri gözlenmeli ve bu konuda ARGE çalışması sürdüren sektör desteklenmelidir.

Tarımsal üretimin her aşamasında kullanılan ilaçların uygunluğunu denetleyecek bir sistem kurulmalı, kontrollü ve bilinçli mücadele yöntemleri geliştirilmeli, lokal mücadeleler yerine bölgesel mücadele yöntemleri tercih edilmelidir.

Tarım ilaçlarının verdiği zararlar sadece canlı odaklı değildir. Bunun yanında toprak, hava ve suya verdiği ciddi zararların olduğu da bilinmektedir. Ancak doğaya verilen zararlar sadece tarımsal ilaç ve gübre kökenli değildir. Sanayi ve diğer çevre atıklarının verdiği zararları önleyecek tedbirler de şiddetle alınmalıdır.

Bu anlattıklarımızdan sonra, belki birileri neden biyolojik mücadele yöntemlerini denenmesini önermediğimizi sorabilir. Bunlar denenebilir. Ama biyolojik mücadele yöntemleri için elde edilecek materyaller hem pahalı, hem de yüzde yüz garantili değildir. Büyük ölçekli tarımsal ürün üreticileri için hastalıklar risk edilemeyecek kadar önemlidir. Bu yüzden kimyasal ve sentetik ürünlerden elde edilecek ilaçlar bir süre daha kullanılacaktır.

Çiftçi her yıl kendisine yeni yükler oluşturan ilaç kullanımından mutlu değildir. Kullandığı her ilacın, ürün zararlılarını güçlendirdiğinin ve bir sonraki yıl daha çok ilaç kullanması gerektiğini ve bu durumun kendisine yeni maliyetler oluşturduğunun farkındadır. Yine bildiği bir şey vardır ki, kalıntı bırakan ilaç kullanımının ortaya çıkardığı sorunun en hafif sorumlusu kendisidir. Tek yapabileceği, üretim bölgesinde gördüğü zararlıya karşı ilaç kullanmaktır. Bunu da bilgisi çerçevesinde yapmaktadır.

“İlaç kalıntı kriterleri ile ilgili düzenlemelerimiz havalı, cafcaflı ama ülke gerçekleri ile bağdaşmıyor” üzerine bir yorum

  1. 1934 yılında kurulan Tarım Bakanlığı Zirai Mücadele Merkez Araştırma Enstitüsü Müdürlüğü’nün (ZMMAE) web sitesindeki bigilere göre Enstitü’de 108 kişi çalışıyor. Bunların 76’sı teknik uzman (31’i doktora, 36’sı yüksek lisans ve 9’u lisans eğitimini tamamlamış). Kurumun bütçesinin ne kadar olduğu
    sitede belirtilmemiş. Belli ki yeterli bütçesi yok.
    Sadece 76 teknik uzman ve kısıtlı bütçeyle, büyük bir tarım ülkesi olan Türkiye’de kapsamlı ve etkin zirai mücadele olanaksızdır.

    Yanıtla

Yorum yapın

− 1 = 1