Silifke’nin okumuş çocukları Üzüm’e kutsal meyveye bakar gibi bakarlar

Göksu Nehri, Ermenek yakınlarından doğup, denizle buluştuğu yerde Silifke’ye adeta bir  delta ve lagün hediye etmiş gibidir. Binlerce yıldır taşınan alüvyal topraklar bölgeye muazzam bir tarımsal çeşitlilik sunar. Nehrin denizle buluştuğu yerde oluşan dalyan farklı canlılığa ev sahipliği yapar. Müthiş bir tarih vardır. İşte bu nedenle Silifke olağanüstü bir coğrafyadır.

Denizden başlayıp çok sayıda yükselti basamağı ile Karaman sınırlarına kadar uzanan ve 1.400’lü rakımlara ulaşan ince uzun coğrafi yapı, her yükselti basamağının florasında sayısız bitki barındırır. Kuzeyden güneye kadar ulaşan vadi yapısı nedeniyle farklı yönlerden esen rüzgarlar bu bitki çeşitliliğine zenginlik katar.

İşte bu nedenle Silifke, M.Ö. 700’lü yıllardan itibaren hep kavimlerin ilgisi çekmiş, zenginlikleri ile ünlü büyük uygarlıklara yaşam alanı olmuş, olağanüstü bir kültürel zenginliği bünyesinde barındırmıştır.

Silifke’de sadece bunlar yoktur. İnanılmaz bir tarih zenginliğini ve bir çok uygarlığın izlerini her yerde görmek mümkündür. Suyun bir yerden başka yere taşındığı sayısız su bendine, kalelere ve yerleşkelere rastlanır. Ama en önemlisi; bu yerleşkeler yakınlarında, kayalara oyulmuş, binlerle, on binlerce selekler-yalaklar coğrafyanın her yanına serpilmiştir. Görülür ki, yerleşkelerin sakinleri denize yakın yerlerdeki işlikler de zeytinyağı üretirken, yaylalara çıktıkça şarap işlemeyi tercih etmişlerdir.

Alaattin ÇERÇİ, Silifke’nin en yoksul köylerinden birisi olan Yenisu Köyü’nde doğmuştur. Köyünde arpa, buğday ve üzümden başka üretim çeşidi yoktur. Köylüsü arpa ve buğdayı kışlık ihtiyaç için deposuna koyarken, üzümünü satarak diğer ihtiyaçlarını karşılayacağı bir üretim modelini yaşam biçimi yapmıştır. Ancak köylünün fark ettiği bir şey daha vardır. Yoksulluk ve çaresizlikten kurtulmanın diğer bir yolu eğitimdir. İşte bu nedenle, tüm yoksulluklarına rağmen çocuklarının eğitimi için her türlü zorluğa katlanırlar.

Alaattin’in okumaya olan aşkını babası hemen fark eder. Arpasını ve buğdayını yine depoya koyar ama, üzümden kazandığı paranın tek kuruşuna dokunmaz. Alalattin’in eğitimine harcar.  Alaattin ise sınıflarını bir bir geçer. İnşaat mühendisi olur. Serbest hayatta başarıdan başarıya imza atar.

Silifke’nin dağ köylüsünün okuyan çocukları, üzümün eğitimlerine olan katkısını hiçbir zaman unutmazlar. Üzüme kutsal bir meyveye bakar gibi bakarlar. Bilirler ki üzüm onlar için ulaştıkları yerdir, zenginliktir.  Bu nedenle, üzüme karşı hep bir vefa duyguları vardır.

Alaattin; okumuş, refaha kavuşmuştur ama köylüsünün makus talihi bir türlü kırılamamıştır. Köyleri hala yoksuldur. Hala ürün çeşitliliği yoktur. Köylerinde üretilen ürünlere katma değer yaratacak bir yöntem bulunamamıştır.

Bu durum içinde hep bir sızı olarak kalmıştır. Eski tarihlerde var olan zenginlik, bunca coğrafi üstünlüğe rağmen neden Silifke’ye taşınamamıştır? Neden bu köylü hala yoksullukla boğuşmaktadır? Ailelerinin tüm fedakarlıklarına rağmen, eğitimli gençler neden köylerinin gelişmesine katkı koyamamıştır? Bu sorular yıllarca kafasında uçuşup durur.

Eşi Sakine ÇERÇİ mimardır. Kızları Ebru ÇERÇİ ÖZAŞI da mimar olmuştur ve bir üniversitede öğretim görevlisidir. Birlikte kararlarını verirler, üzüme dayalı yatırım yapacaklardır. Yapacakları yatırım üzüm üreticilerine katkı sağlayacaktır.

Önce pekmez ve sirke denemesi yaparsa da, rekabet şartlarındaki zorluk ve ev tipi yapım teknikleri nedeniyle bu fikirden vazgeçerler. Sonra şarap üretimini araştırırlar. Türkiye’nin her yerindeki şarap tesislerini gezerler, üretim yöntemlerini tek tek incelerler.  Bununla yetinmezler ve dünyanın birçok yerindeki şarap üreticileri ile görüşürler. Bu işte o derece uzmanlaşırlar ki; kızları Ebru Çerçi Özaşı, üniversite master tezini “şarap üretim tesisleri” üzerine yapar.

Araştırmaları sırasında öğrenirler ki, 1896-1897 yılları arasında Avrupa’yı kasıp kavuran filoksera hastalığı sırasında, Avrupa’nın tüm bağları yok olunca, Avrupalı şarap ihtiyacının bir kısmını bu bölgeden karşılamış, şarap tesisleri ve üzüm bağları büyük değer kazanmış; ama sonrasında nasıl olmuşsa bağcılık ve şarapçılık yok olmuş. Yine fark ederler ki, bölgenin kendisine özgü bir şarap kültürü ve şarap üretimine uygun üzüm türleri vardırlar. Bunlar bulunmalı ve onlara ortaya çıkartılmalıdır.

İlk araştırmalarına Bağcılık Enstütisi’nde başlarlar. Bağcılık Enstitüsü Silifke yöresine özgü 45 çeşit üzüm türü belirlemiş ve tespit edilen türlerle ilgili gen bahçesi oluşturmuştur ama, daha tespiti yapılmamış başka türler de vardır. Hemen bunlara yoğunlaşırlar.

Aslında köylü ya üzüm üretmekten vazgeçmiş, ya da yeni türlere yönelmiştir. Yeni türler de sofralıktır. Karlılık ise düşüktür. Araştırmaları sırasında köylerde eski bağlarda tespit ettikleri üzümlerden Patkara, Aküzüm ve Göküzüm hemen ön plana çıkar. Bağlardaki hevenklerinden alınan üzümlerle ilk denemeler başlar. Üzümlerdeki şeker oranı ve aroma nedeniyle elde edilen şaraplar olağanüstü başarılıdır. Sonrasında bu üç üzüme İşbitiren üzümü de eklenir.

Bunlarla da yetinilmez, farklı bir zaman periyodunda üretimi yapılan ve müthiş bir aroması olan bey üzümü, içinde kuş üzümü barındıran ve Silifke yöresinde kuş üzümü olarak satılan, yumuşak çekirdekli Dirmit Üzümü ve şeker oranı çok yüksek olan Tilki Bağırtan üzümlerini de tespit ederler ve denemesi yapılacak çeşitler olarak belirlerler.

Sonra fark ederler ki, bölge şarapçılıktan tamamen vazgeçse ve hiçbir üretim tesisi kalmasa da, bölge insanı aslında şarabı ve şaraplık üzümü biliyor. Her üzümden şarap olur ama, her üzümden kaliteli şarap olmaz. Kaliteli şarap olacak üzümün gece üşümesi, gündüz ısınması gerekir. “Gece-gündüz sıcaklık farkı olan yörelerin üzümlerinden iyi şarap olur.” derler ve Alaattin ÇERÇİ’yi yeni türlerle tanıştırırlar.

2000 yılında başlayan bu çalışmalar 2008 yılında hayat bulur. Silifke köylerinde tespiti yapılan türler konusunda köylü ikna edilir. Patkara, Aküzüm, Göküzüm ve işbitiren üzümlerinin üretimine başlanır ve  kurulan tesisin musluklarından ilk şarap akmaya başlar. Bir yandan da, üretilen şarabın yöresel ürünlerden elde edilmesi nedeniyle şarap, yöresel ürün olarak tescil edilir.

Alaattin Çerçi ve ailesi aslında istedikleri kalitede üzümü 1.200-1.400 rakımlı bölgelerde bulurlar. Bu rakım aralıklarında yapılacak üreticilik amaçlarına uygundur. Bu rakımda ürün çeşitliliği az olmakla birlikte, yetiştirilebilen üzümlerden mükemmel şaraplar elde edilmektedir. Nihayet ilk üretilen şaraplar, farklı tatlar ve aroma zenginliği nedeniyle tüketicinin büyük beğenisini kazanır.

Çiftçi Kulübü olarak Alaattin ÇERÇİ’nin şarap üreticiliğine kadar giden öyküsünü bir çırpıda anlattık ama Alaattin ÇERÇİ, bu öykünün öyle kolay bir şekilde üretime dönüşmediğini ifade ediyor.

“Türkiye’deki sosyal ve siyasal iklim şarap üreticiliğine çok sıcak bakmıyor. Onun için araştırma safhasından, köylünün şaraplık üzüm üretmeye ikna edilmesine, izinlere, üretimden satışa kadar geçen her süreç bizim için zorlu bir süreçti. Bunları zor da olsa başardık, bugünlere geldik.  Beni üzen tek şey üzüme ve köylüme olan borcumdu. Ben bu borcu ödemeye çalışıyorum…” diyor.

“Silifke’nin okumuş çocukları Üzüm’e kutsal meyveye bakar gibi bakarlar” üzerine 2 yorum

  1. Canı gönülden takdir ettim. Tebrik ederim. Yöremizin ürününe can veren bu girişim inşallah çok iyi yerlere gelir.
    Kepezden yetişen bir Kimya Yüksek Mühendisi olarak hizmet edememenin ezikliğini duydum. Kolay gelsin.

    Yanıtla
  2. Okurken çok şaşırdım çünkü bu üzüm isimlerini ilk defa duydum… Benim bildiklerim….
    CABERNET SAUVIGNON
    CHARDONNAY
    CHENIN BLANC
    GAMAY
    GEWÜRZTRAMINER
    GRENACHE
    MERLOT
    PINOT NOIR
    ŞİRAZ (SYRAH)
    RIESLING
    TRAMINER
    ZINFANDEL
    BOĞAZKERE
    ÖKÜZGÖZÜ
    KALECİK KARASI
    KARASAKIZ (KUNTRA)
    PAPAZKARASI
    GAMAY çoğunun tadına baktım fakat Kalecik Karası benim en sevdiğim.. İlk fırsatta yazıda bahsettiğiniz şarabın tadına bakacağım çünkü merak ta ettim.
    Bu arada anlatımınız , başarı hikayesini bağlantılarla gözümüzde resimlemeniz, kullandığınız sade dil çok başarılı 👏👏👏

    Yanıtla

Yorum yapın

+ 81 = 91