Türkiye’nin endemik bitki zenginliği Katar’ın petrolünden değerli

Doğada kendiliğinden yetişen bitkilerdeki biyoaktif bileşenlerin çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanıldığı, cildi güzelleştirdiği, zindelik verdiği, güzel kokular yaydığı, özellikle meyve çekirdeklerinde bulunan bir kısım bileşenlerin meyvenin tüm özelliklerini taşıdığı ve insan bedeni için çok değerli olduğu eski zamanlardan beri biliniyordu.

Ne var ki, sanayileşme, kentli yaşam biçimi ve büyük ölçekli endüstriyel üretim modelleri, bu bileşenlerden yararlanmak yerine, gıdanın raf ömrünü uzatmak, üretimin hızını artırmak ve her geçen gün daha fazlasını üretmek için bitki içeriğinde bulunan bir kısım bileşenleri yok etmek zorunda kalmış, bu bileşenleri yok ederken de, insan vücudunun direnç kaybettiğini, bir kısım hastalıklara kolayca yakalandığını fark etmiş, gizli açlık, obezite, bodurluk gibi kavramlarla o günlerde tanışılmış.  

Beslenmenin insan sağlığına olan etkisini gösteren çalışmalar arttıkça, aslında gıdaya ve beslenmeye katkı sunan, doğada kendiliğinden yetişen ürünlerin olduğu fark edilince sentetik kimyasallardan elde edilen gıda katkılarına sınırlama getirilmesi eğilimi artmış. Bu araştırmalar sadece gıda ile sınırlı kalmamış, geleneksel tıp tedavi yöntemlerinde de benzeri sonuçlara ulaşılınca, sentetik maddelerden elde edilen ilaçlar yerine doğada yetişen ürünlerden elde edilen bileşikler kullanılmaya başlanmış. 1997 yılında imzalanan ve 2005 yılında yürürlüğe giren Kyoto Protokolü ile bu eğilim bir adım daha ileriye götürülmüş.

Hiç kuşku yok ki Türkiye; dünyanın en fazla endemik bitki varlığına sahip ülkelerden birisidir. Dünyadaki eğilimi takip etmesi ve Kyoto Protokolü ile ilgili yükümlülükleri yerine getirmesi,  zaten elinde var olan doğal ürünlerin içerisinde bulunan bileşenleri saflaştıracak tesis zenginliği yaratması beklenirken,  bu alan hiç ilgisini çekmemiş, aksine ormanlarda bulunan endemik varlığını, son derece kötü hasat yöntemleri ile adeta enkaza çeviren kişilerin toplayıcılığına açmış. Meyve çekirdekleri, bir kaçı dışında ya yakılmış, ya çöpe atılmış. Milyonlarca ton üretim kapasitesi olan bölgemizdeki limon ve portakal’ın kabuğundan elde edilmesi gereken esansiyel yağlar göz  ardı edilmiş. Türkiye endemik zenginliğini kurutma yöntemi ile drog ihraç ederken, dramatik bir biçimde kendi ürünlerinin işlenmiş halini yüzlerce kat fazlasını ödeyerek  satın alan ülke konumuna düşmüş.

Çekirdek ya da tohum o kadar önemlidir ki; tamamen endüstriyel nedenlerle ekmek üretimi sırasında buğdaydan yok ettiğimiz, buğdayın küçücük bir parçası ruşeymi’de tüm omega asitleri, E ve B vitaminin tüm türevleri ve amino asitler bulunmaktadır. Bunların alınamaması halinde vücut direnci düşer ve antibiyotik ilaçlar mahkumu oluruz. Kayısı çekirdeğinde bulunan yağlar cilt dokusunun gençleştirmesi, güzelleştirmesinde etkili. Biz elimizde bulunan bu çekirdekleri yağa dönüştürerek, yüzümüzü yıkamamız mümkünken, yurt dışından ithal ettiğimiz onca kremi damla damla kullanıyoruz. Sadece Nar çekirdeğinde bulunan Linolenik asit vücuttaki serbest radikallerin yok edilmesi açısından inanılmaz bir gıda desteği sağlıyor. Kuşburnu çekirdeğinde bulunan retinoik asit göz kenarlarındaki kaz ayaklarını yok etmede etkili. Vişne çekirdeği yağı ergenlik sivilcelerini yok ediyor. Kekikten elde edilen carvacrol içerdiği antiviral, antibakteriyel ve mantar önleyici aktivite sayesinde burun ve solunum yollarındaki mikropları öldürüyor. Bunun sayesinde mikroplar vücuda yayılamıyor. Ülkemizin her yerinde bolca bulunan biberiye’nin içeriğindeki sineol, nezle, öksürük, bronşit, burun ve boğaz rahatsızlıklarında etkili ve iyileştiricidir. Balgam söktürüyor, göğsü yumuşatıyor. Romatizma ağrıları, kas kasılmaları ve üşütmelerden ortaya çıkan ağrılarda şikayet edilen yere lapası uygulanınca etkili oluyor. Çörek otu yağı bağışıklık sistemini güçlendiriyor, iltihabı azaltıyor ve enfeksiyonlarla savaşıyor.    

Peki bu yağlar nasıl elde ediliyor?

Tohum ve çekirdekten yağ elde etmenin üç temel prensibi vardır. Bunlardan ilki soğuk sıkımdır. Bu yöntemde, bitki içerisindeki bileşenleri tam olarak ayırmak mümkün olmaz yada saf ve temiz bileşen elde edilemez. Elde edilen ürün ise hiç bir zaman kaliteli olmaz.

İkinci yöntem solvent kullanılarak yağ elde etme yöntemidir. Solventi yağdan ayrıştıramazsa elde edilen yağın içerisinde kalan bileşen tehlikeli ve kanserojen olur.  

Üçüncü yöntem ise; bu yazının konusu olan, organik ve inorganik maddelerdeki sıvı çözücülerin zararlı etkilerini azaltmak için yapılan çalışmalar sırasında 1980 yılında keşfedilen Süperkritik Ekstraksiyon yöntemi ile yapılan ayrıştırmadır. Bu yöntemin temel prensibi doğada zaten var olan karbondioksit, azot gibi gazların yüksek basınçta sıvı hale getirilmesi ve yağını çıkartılacak bitkinin üzerine büyük bir basınçla verilmesidir. Bu yöntemle bitki içerisinde bulunan tüm bileşenler çözülür, ayrıştırılır ve yağ olarak elde edilir. Basıncı düşürülen karbondioksit havadan geldiği için yine hiç bir kirlilik yaratmadan havaya karışır. Böylece çok temiz bir teknoloji ile katkısız doğal ve saf bir ürün elde edilir.

Bir başka ifade ile; ekstraksiyon işlemi için hammadde, gerekli ön hazırlıkların ardından, ekstraktöre yerleştirilir ve süper kritik akışkan üst kısımdan beslenir. çözücü, ekstraktör içinde ilerleyerek, ürünün hammadde içinden ayrılmasını sağlar. Ekstrat alt kısımdan toplanır ve basınç düşürülerek çözücünün ortamdan kolayca ayrılması sağlanır. Böylece üründe çözücü kalıntısı bulunmaz dolayısıyla ek bir ayırma işlemi gerektirmez. (Bu işlemi detayları ile gösterebilmek için yazının içeriğine kısa bir video ekledik.)

Doğada yetişen ürünlerdeki bileşenlerin süperkritik ekstraksiyon yöntemi ile elde edilmesi sonucu elde edilen ürünlerin kimyasal tepkime vermemesi, toksik nitelikli zararlı maddeler içermemesi, ilaç saflığında ürünler elde edilmesi, çevreye zararlı hiç bir madde bırakmamaları ve üretim yöntemlerinin diğer yöntemlerine göre çok daha düşük maliyetli olması ise sistemin en önemli avantajı haline gelmiş.

İşin bir başka sevindirici yanı, Tıbbi ve Aromatik Bitki ile ilgili yetki ve sorumluluğu olanlar ne kadar duyarsız, sorumsuz ve beceriksizse, ülkenin birçok yerinde bu konunun önemini kavrayan ve ciddi çalışmalar yürüten gruplar oluşmuş. Birçok üniversite de, Tubitak’ta süperkritik ekstraksiyon sistemini geliştirmek için çalışmalar yürütülmüş. Bir kısım sanayi işletmelerinde mikro düzeyden, endüstriyel üretim yapacak tesislere kadar ciddi çalışmalar sürdürülmüş.

En önemli çalışmalardan birisi Kocaeli Belediyesinin kurduğu ve tamamen Tubitak’ın teknik desteği ile faaliyete geçirdiği, yıllık 2.500 ton kuru bitki işleme kapasitesine sahip, süperkritik ekstraksiyon tesisidir. Bu tesis ile Kandıra yöresinde yetişen biberiye ile Kocaeli’nin muhtelif yörelerinde yetişen aromatik ve tıbbi bitkilerden carvakrol ve sineol gibi bileşenler üretilmesi amaçlanıyor.

Diğer birisi ise Maliye Eski Bakanı Zekeriya Temizel’in ortağı bulunduğu Aydın Söke’deki süperkritik ekstraksiyon tesisi. Bu tesis çok sayıda kişiyi bir araya getirmek ve ortak etmek yöntemi ile kurulmuş. Çok sayıda meyve çekirdeği ve bitkinin yağını tamamen saf olarak ayrıştırıp, eczanelerde satılacak hale getirmişler. Ama en önemli hizmetleri ise sektör için yaptıkları öncülük görevi.  ODTÜ Tekno Park’ta bulunan Arge Merkezlerinde süper kritik ekstraksiyon prensibi ile yağ çıkartabilmek için gerekli tüm parametreleri kaydetmişler, milyonlarca dolara satın alınamayacak bu bilgileri büyük bir özveri ile paylaşıyorlar. Hiç bir rekabet kaygısı taşımadan, süperkritik ekstraksiyon tesislerinin her ilde ve her ilçede mutlak surette faaliyete geçirilmesi gerektiğini söylüyorlar.

Bu işin önemini kavrayan gruplar, süperkritik ekstraksiyon konusunda ciddi çalışmalar yürütenler, doğada kendiliğinden yetişen bitkilerden elde edilen bileşenlerin Katar’ın, Suudi Arabistan’ın, İran’ın petrolünden bile daha değerli olduğuna ve Türkiye’nin kalkınma hamlesine öncülük edebileceklerine gönülden inanıyorlar.

Anlaşılan o ki, Türkiye’nin petrol zengini bir ülke olması gerekmiyor. Her yerde, her doğal ortamda rastlayabileceğimiz inanılmaz bir zenginliğimiz var. Bu zenginliğin ülke kalkınmasına dönüşmesi gerekiyor. Yine görünen o ki, süperkritik ekstraksiyon konusunda bilgi birikimi oluşmuş ve bu birikimi elinde bulunduranlar paylaşmaya hazır.

Bir süredir belediyeler de, tarım üreticisinin yanında olma ve onların gelişmesi için hizmet üretme konusunda gönüllü ve istekliler. Çevreyi sürekli kirleten sanayi işletmecilerini de bu sisteme dahil ederek, son teknoloji, yüzlerce süperkritik ekstraksiyon tesisinin kurmanın zor olmadığı anlaşılıyor.

Bu yolla çiftçiyi; sulu, ilaçlı, gübreli ve arazi işlemeli tarımsal üreticilik modelinden kurtarmak, yüksek gelirli bir modele kavuşturmak ve var olan zenginliğimize değer katmak mümkün olabilecek gibi görünüyor.

“Türkiye’nin endemik bitki zenginliği Katar’ın petrolünden değerli” üzerine 3 yorum

  1. Tarımsal ürünleri olduğu gibi satmak yerine, katma değeri yüksek hale dönüştürmek isteyen çiftçilere ve girişimcilere yol gösteren çok kıymetli bir yazı.
    Erhan bey, tarımda strateji eksikliğini ve mutlaka havza bazında ürün planlaması yapılması gereğini de önceki yazılarında açıklamıştı. Görevli ve yetkili merkezî ve yerel yönetim birimleri bu konularda sadece yol gösterici olsalar dahi, güzel ve verimli ülkemizin tarımsal ürün ihracatı kısa sürede Erhan beyin vurguladığı gibi kat be kat artacaktır.

    Yanıtla

Yorum yapın

19 + = 25