Yeşil fonlar, yeşil borsa tarıma destek olabilecek mi?

Başka nasıl anlatılabilir,  nasıl tanımlanır ki? Üzerinde yaşadığı formu sonuna kadar sömürerek, aslında kendi sonunu hazırlayanlara, beslendiği yaşam döngüsünü yok edenlere başka ne denilebilir ki?

TDK Asalak’ı; bir canlı da sürekli veya geçici yaşayarak ona zarar veren başka canlı, parazit olarak tanımlar. TDK ve  terminoloji biliminin asalak için yaptığı bu tanımlama bile insanoğlu’nun dünyaya yaptığı kötülüğü tarif etmekte hafif kalır. Sanki, “kurbanının canını çıkarana kadar kanını emen” tanımlaması daha doğru bir tanımlama olur.

Oysa dünya asalakları hırslarından biraz arınsa, kaynaklarının etkin kullanımı ile ilgili radikal kararlar alabilse, yok etmeden üretmekle ilgili modeller geliştirebilse, tevazu’a dayalı bir yaşam biçimi kurabilse dünya süper bir yaşam formuna dönüşebilir. Her şey daha güzel olabilir.

Avusturyalı-Amerikan ekonomist Joseph Schumpeter Yaratıcı Yıkım’ı şöyle tarif ediyor. Kapitalizm bir şey yaratırken, eskiyi imha eder. Yeniyi üreten endüstriyel mutasyon biçimi müthiş bir zenginlik biriktirirken, aynı zamanda müthiş yokoluşa-yıkıma sebep olur. Yaratıcı Yıkım etkisini her üretim kademesinde gözlemek mümkündür. Küresel güç bir yandan yaratırken, bir yandan da yıkar.  

Aslında kapitalizmin yarattığı vahşi üretimin modelinin, havayı, suyu büyük bir hızla kirlettiği, yer altı su kaynaklarını bozduğu, buzulları erittiği, hayvan ve bitki popülasyonunu yok ettiği biliniyordu.  Aylarca süren orman yangınları, bardaktan boşalırcasına yağan yağmurlar, sel felaketleri, kasırgalar bu tehlikenin habercisi gibidir. Sanki toprağın, suyun ve havanın kimyası bozulmuştu. Yaşlı dünya, insanlık, canlı-cansız tüm yeryüzü ve ekoloji büyük bir kriz ile karşı karşıyaydı.

Doğa Koruma Bilimcileri arka arkaya açıklama yapıyor ve önlem alınmadığı taktirde yakın gelecekte karşılaşacağımız tehlikeye dikkat çekiyorlardı. Geri dönülmez eşiğe gelmek üzereydik. Büyük bir yok oluşa doğru hızla gidiyorduk. Bir süre sonra çok geç olabilirdi. Seslerini kimseye duyuramıyorlardı.

Sular ve toprak kirleniyordu ama, asıl sorun havaya salınan karbon ayak izi de denilen sera gazı ile ilgiliydi. Karbon ayak izi, çevre bilimcilerin tanımlamasına göre, “insan faaliyetleri” sonucu oluşan ve çevreye ciddi zarar veren sera gazı salınımının karbondioksit cinsinden ölçüsüdür. Karbonun önemi, dünyamızın enerji kaynağı olan güneşten gelen ışınların dünya atmosferinde tutulma oranını etkilemesinden gelmektedir. Atmosferde olması gereken yaklaşık yüzde 0,1 oranında sera gazları bulunmaktadır. Sera gazlarından biri olan karbondioksit ise yüzde 0,04 oranındadır. Bu kadar düşük oranlarına rağmen sera gazları güneş tarafından gezegenimize gelen ısı enerjisini hapsederek uzaya geri salınımını engellediği için seviyeleri çok önemlidir. Yerküremizin doğal döngüsünde var olan bu sera etkisi doğal sürecinin dışına çıktığında dünyamız için ekolojik felâketler yaratabilecek hale gelir.

Nihayet geldi de. Bugüne kadar hiç karşılaşmadığımız kadar farklı hava olayları ile karşılaştık. Dünya için şimdilik hafif de olsa, birbiri ardına felaketler yaşamaya başladık. Bir çok canlının neslini tükettik.   

1970’li yıllardan itibaren hızla büyüyen kapitalist sistemin aktörleri, fosil yakıtların ve ağır metal kirliliğin küresel ısınmaya olan etkisini ve çevresel felâketlere sebep olabileceğini bildikleri halde, bildiklerini kamuoyundan saklayıp, üretimle çevre arasındaki ilişkiyi ters yüz ederek toplumlara sundular. Yaklaşan tehlikeyi gizlediler. Onlar için öncül hedef kazandıkları paraydı. Çevre ve insanlık için yaratılan tehlike umurlarında bile değildi.

Bilinen bir gerçek var ki; karbon ayak izinin tek sorumlusu sadece petrol şirketleri değildir. Dünyayı betona boğan çimento sanayi, denizleri ve bakir doğayı deneme tahtasına çeviren nükleer savaş teknolojileri, uzay teknolojisi, enerji üreticileri, metal sektörü, otomotiv üreticileri, gemi yapımcıları da petrol şirketlerinden farklı değildir.  Göz kamaştırıcı üretim modelleri ile dünyayı uçurumun kenarına sürüklemek için adeta yarışıyor gibidirler. Teknolojisi eskiyen ve miadı dolan nükleer enerji santralleri ile yok edilemez atık üreten diğer üretim modellerinin atıklarının nasıl ortadan kaldırılacağı ise şimdilik belirsizdir.

Artık tehlike gizlenemiyor, çevresel felaketler her geçen gün daha bir artıyor. Halının altına süpürülen çöp yığınlarını artık halı bile örtemiyor. İklim değişikliği fark edilir hale geliyor. Bu durumdan en çok tarımsal üretim etkileniyor. Ürün fiyatlarındaki artışlar yakın gelecekte açlık ve susuzluğun habercisi gibidir.  

Tepkiler dozunu yükseltince, dünyayı hızla kirleten küresel güç, kirlettiysek de,  temizleriz demeye başladı. Uymayacağı-uyamayacağı sözler vererek, zirveler düzenleyerek, iyileştirme protokolleri imzalayarak, dünyayı temizlemenin de lokomotifi olmayı kimselere bırakmadı.

Onlar, atmosferdeki miktarları arttığında sera etkisi yaratan karbondioksit, metan, kloroflorokarbon, asitoksit gibi gazların salınımını azaltabileceklerini, atmosfere saldıkları sera gazı miktarını %5’e çekebileceklerini iddia ediyorlar. Tüm bunları karbon ayak izi üreten her sektörde daha az kirlilik sağlayacak teknoloji sisteme yerleştirerek, karbon salınımı az olan teknolojiyi ön plana çıkartılarak, fazla yakıt tüketen, fazla karbon üreten sektörden ise fazla vergi alarak gerçekleştireceklerini söylüyorlar.   

Aslında bu girişim bile ikiyüzlü bir girişimdi. Kapitalist üretim, hırslardan arınmış ve ihtiyaca uygun, kaynakları etkin kullanan bir üretim modeli önermiyordu. Üzerinde yaşadığı dünyayı koruyacak süper formlar yaratma iddiasında değildi. Mevcudu koruyarak, vahşi üretimi devam ettirerek, ancak daha çok harcayarak daha gelişmiş teknoloji geliştirerek, karbon salınımını azaltacaklarını, uymayana ise vergi ve ceza vereceklerini iddia ediyorlardı. Her sorunu para ile çözme,  hep yeni kaynak yaratma peşindeydiler.

Bu bile bir umuttu. Küresel gücün toplantılarının ilki, 1997 yılında Japonya’nın Kyoto kentinde düzenlenir. Bu toplantıda küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi, diğer bir adla Kyoto Protokolü imzalanır. Bu protokolü imzalayan ülkeler atmosferde her geçen gün etkisini artıran sera gazı salınımını azaltmayı kabul ederler. Protokol 2005 tarihinde yürürlüğe girer. 2016 yılında ise, her zaman olduğu gibi, havalı-cafcaflı, bir o kadar anlamsız “daha istikrarlı, daha sağlıklı bir gezegen, daha adil toplumlar ve daha canlı ekonomi” sloganları ile Paris iklim anlaşması imzalanır. Bu anlaşma ile iklim değişikliği azaltma sürecinin adaptasyonu ve finansman sorunu çözümü metin haline getirilir. Artık Paris İklim Anlaşmasının taraftarı 191 ülkedir. Türkiye ise bu işbirliğine katılmayı geciktirdikçe geciktirir ve ancak baskılar sonucu 2009 yılında Kyoto Protokolünün, 2016 yılında ise Paris İklim Anlaşmasının tarafı olur. Türkiye Paris Anlaşması’na taraf olan ülkelerin yükümlülükleri ile ilgili adaletsizlikleri bahane etse de, Türkiye’nin daha çok fosil yakıttan enerji üreten bir ülke olması nedeniyle anlaşmaya imza atmakta zorlandığı bilinir.

Anlaşılan o ki; dünyayı her geçen gün uçurumun eşiğine götüren küresel güç sorunun hep parasal yönü ile ilgilenecek, iklimi de bozarım, parayı verir insanlığı sustururum demekte devam edecektir.  Bu maksatla yeşil finansal model, yeşil borsa sistemleri, yeşil iklim fonları ile soruna çözüm bulmak isteyecek, bir yandan iklimi değiştirmeye doğayı kirletmeye devam ederken, bir yandan da (güya iklimi koruma adına) yeşil üreten, karbon salınımı yapmayan ülkelerin kredisini satın almaya devam edecektir.

Türkiye ise; galiba “hem karbon salınımına devam edeyim, hem de tarafı olduğu sözleşmeler nedeniyle para alayım” diyor. Taahhüt altına girdiği sözleşmenin aksine, köyleri bile kömüre boğuyor. Fosil enerji modelini, çevreyi kirleten çimento sektörünü destekliyor. Yeşil fonları amaçlarına aykırı projelerde kullanıyor. Yeşil fonlardan tarım kesimini yararlandıracak hukuki alt yapı oluşturamıyor. Bilgilendirme görevi yürütmüyor.

Her şeye rağmen, yeşil fon sistemi, yeşil doğa üreten tarım sektörü için can suyu olacağa, dünyanın kirlenmesini önleyecek bir sistem kurulmasına katkı sunacağa benziyor.

“Yeşil fonlar, yeşil borsa tarıma destek olabilecek mi?” üzerine bir yorum

Yorum yapın

61 − = 55